Subscribe Us

header ads

Dede Korkut Destanları – Başat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğünün Destanı

Yurdu yuvası şen, bağı bostanı  gülsen: yel estikçe yaprağı pıtır, pıtır, yel esmedikçe, çayın çimeni şen satır, üçbir yanı deniz, doğudan dördüncü yanı sesiz  sıra  dağlarla çevrilmiş Türkiye’nin  güzel  yüzlü gazal  gözlü  tok  sözlü  çocuğu,  otur başucuma  demem ne demeğe geliyor dinle bak bu masal başka masal… Çobanın elinde bir kaval,  Keloğlanın  elinde  delik bir çuval bile yokken bir  zamanlar  dedelerin  dilinde ilden ile dolaştı  bu masal Yel  üfürdü su götürdü,  develerin  tellâl  olmadığı,  Pirelerin berber olmadığı, ak saçlı  ak sakalı dedelerin,  ak  pürçekli  nenelerin  senin bugününü iplik iplik eğirdi- ği, başı  elvan nakışlı, yavru üveyik bakışlı alnı akıtmalı  doru tayların  pır pır seğirttiği  büyük Oğuzelinden  kopup geldi dağı aştı, taşı  aştı bu masal. Amma ne taştı ne taştı…
Eğil de kulak ver, iyi dinle, şimdi demem şu deme ki sen bir gün büyürsen, kara saçın ak saça, ak saçın yok saça  dönerken, böyle benim gibi bu masalı  sen de ipek bakışlı kızına, alnı su nakışlı oğluna anlatasın… diyesin ki bir zamanlar Türkiye’nin  doğusunda   sira  dağların   ötesinde   bir  büyük Oğuzeli  varmış, bu Oğuzeli öyle büyükmüş öyle büyükmüş ki bir ucundan öteki ucuna gitsen yine de güneş doğar batmazmış, güneş batar doğmazmış. Bir gece bu büyük Oğuzelinde büyük bir kargaşa olmuş, sınır ucunda Oğuz içine doğru taşınmak gerekmiş. Er taşınmış eren taşınmış, aklı eren taşınmış ermeyen  taşınmış,  gel  gelelim  bu taşınma  esnasında, meğer Aruz Koca  derler biri varmış, sağa sola ineğe  deveye bakacağım  deken, Aruz Kocanın  akça göğsü ince yeldirmeli gözü  kudretten   sürmeli  karısı,  gözünün nuru gönlünün sürürü varı yoğu yavru balaban  misâli  gülücüklü oğulcuğunu heybenin  gözünde unutuvermiş. Heybede kaymış mı atın sırtından kaymış ki hem de ne kayma. Aruz Koca bile farkına varmamış… gece de üstelik nasıl karanlıkmış nasıl karanlıkmış göz gözü görmüyor, iz izi sürmüyor bir tek yıldız bile koca gökyüzünde görün müyormuş. Neden sonra sabah olmuş sabah olmasına ya iş işten geçmiş yavru elden gitmiş bir kere. Ah vah etmenin sırası mı: Düşmüşler mı gerisin geriye; ana bir yandan baba bir yandan… Ara babam ara; ara babam ara yok. Yavru balaban bakışlı, gülüşü su   akışlı oğulcuğu koydunsa bul; yok… Sanki yer yarılmış da yerin içine girmiş yavru sanki gök açılmış da göğe ağmış.
Gayri anadaki feryada babadaki figana can mı dayanır?  Bir ah bir vah ki sorma gitsin… dağ taş inim inim inlemiş, yer gök sızım sızım sızlamış. Ama ne ölene çâre var, ne de olana çâre var. Dertli ana baba bağırlarına taş basıp geri dönmüşler. Gel zaman git zaman derken ortalık durulmuş, kargaşa yatışmış;  evli evine köylü köyüne dönmüş, eski düzen o eski huzur ve sükûn dolu güzelliğiyle  yeniden başlamış. Derken Oğuz Hanım at çobanının demesine bakılırsa,  sazlık yerden  aslana  benzer yiğit çıkıyormuş  at vuruyor, basıp yiyormuş. Sallana  sallana yürüyüşüne bakarsan insan  sanırmışsın;  dolana dolana kükreyişine  bakarsan  aslan  sanırmışsın. Bu haber bir anda bütün Oğuzeline yayılıvermiş. Beyler paşalar, hanlar hakanlar bir araya gelmiş  meclis  kurmuşlar, doluya koymuşlar almamış, boşa koymuşlar dolmamış,  amanın bu ne biçim iştir ki başımıza geldi, biz ne günah işledik ki bu dert gelip bizi buldu diye kara kara düşünürken Aruz Koca yerinden yekinip «Beyler ağalar» demiş: «Bu olsa olsa benim kaybolan oğulcuğumdur.  Izin verin üstüne varayım… hayırlıysa alıp geleyim ha- yırsızsa oracıkta canını alayım» demiş,  tzin dilemiş, kalkıp sazlığa  gitmiş. Bir de bakmış ki at çobanının arslan dediği şey, kaybettiği gönül kökü gözünün bir teki  oğulcuğu  değil miymiş?  Aruz Koca bir durmuş iki durmuş sonra birden bire
«Vay benim gözümün bebeği gönlümün direği canım oğul» diye kucağını açıp koşmuş. Öteki de, evlât değil mi, babasına hemen kanı kaynamış, kucaklaşıp öpüşmüşler…  Koca Aruz, alıp oğlunu getirmiş… Tepe gibi bir et yığmış, ırmak gibi kımız sağmış, şenlik yapmış yeme içme olmuş… Yeme içme olmuş olmasına ya, sazlıkda,  dağda   bayırda yaşamağa  alışmış, yabanlaşmış  olan  oğulcuk,  çadıra alışamamış  vurmuş gitmiş gerisin geri sazlığa.  Bunu gören anacığı da başlamış mı saçını başını yolup yaşın >»«şın ağlamağa. Aman ne ağıt ne ağıt ne ağıt…  dağlar dayanmaz olmuş. Allah Müslüman başına vermesin  zor gelmiş  kadıncağıza  «Bir gittiydi yirmi yıl zor  dayandım bir yirmi yıl daha dayanamam  ben» demiş  ağlamış da başka bir şey dememiş.
Bunun üzerine Dedem Korkut, Bismillah  deyip düşmüş yola, varmış sazlığa, bir de bakmış ki sazlıkta aslan desen aslan değil, insan dese  insan değil bir babayiğit ki Allah bağışlasın, varmış babayiğidin yanma,  «Yiğit yiğit» demiş. Oğuzdan bu yana taban tepip geldim senin için babanın tutar yeri tutmaz oldu, gördüm bildim senin için ananın gözü yaşı durmaz akar, gözyaşını sildim senin için… gel inadı bırak sen insan evlâdısın insanca yaşa, aramıza katıl. Ağabeyin var, adı Selçuktur, senin adını Başat koydum,  adını yerdim yaşını Ulu Tanrım versin gel kırma beni» demiş… Daha bir çok tatlı söz söylemiş güler yüz göstermiş sonunda Başatı alıp geri dönmüş.
Dedem Korkut Basat’la  geri  dönedursun,  hani bizim
Oğuz  Hanın  bir at çobanı vardı ya… Başatı sazlıkta  ilkin o
görmüştü de  gelip  haberi  vermişti… îşte  o  çobana gelelim biz… Çok gezen çok bit getirir  çok  konuşan çok dert  getirir  derler  ya… biz diyelim ki aklı kısa  çoban ot getireceği yerde et getirir, et getireceği yerde ot getirir. Sürüsüyle bir pınar- başından geçerken  bakmış  ki  sürünün  başı  birden  karman  çorman olmuş,  amanın  ne  oluyor  bu sürüye  demeye kalmamış bir de  ne görsün  pınarbâşında bir sürü peri kızı  oynaşmıyor  mu?  Çobanın et kafası  kızıvermiş; sırtından ıslak kepeneğini çıkardığı  gibi  kaldırmış  peri  kızlarının  üstüne atmış… ıslak  kepenek varmış  peri  kızlarının  birinin  kanadını kırı  vermiş. Vay  sen  misin  bunu  yapan  diye  bir kızmış  peri kızları  kızmış  ki gayri  ne sen  sor ne de ben tari f edeyim. Bunun üzerine içlerinden biri dile gelmiş «Çoban çoban» demiş
«Sen bizim arkadaşımızın kanadını  kırmakla iyi  etmedin. Oğuzun başına öyle  bir iş açtın  ki gayri temizleyebilene aşkolsun… Bin  kere yüz yıl bu iş  söylensin.» demiş  pınarın  başına  tormaya benzer  şey bırakmış, kanadı kırık arkadaşlarını da alarak  pırr deyip  uçmuşlar. Bâri akılsız çoban bunu görünce uslansa ya… ne  gezer, aksine tekmelemeğe başlamış. Tekmeledikçe torba  şişmiş, torba  şiştikçe akılsız  çoban tekmelemiş… derken o küçücük  torba olmuş mu sana koca bir kümbet… Akılsız çoban bunu görünce  küt demiş  düşmüş bayılmış. .. Öyle ya, o durumda sen olsan bayılmaz mısın? Artık çobanı  ayıltabilene  aşkolsun. Bâri o künbet öylece dursa da kimse ellemese ne ise ne?… Oğuzun başı yine derde girmeyecek. Gel gelelim  akacak kan damarda durmaz derler kümbet de öylece durmuş. Az sonra pınarbâşında, avdan dönen Beyler durup su içmek  istemişler… Sularını  içip gitseler  ya… Çobanı  aygın  baygın yatar görünce yüzüne  su serpip  ayıt- mışlar,  derdini sormuşlar,  ama çoban  korkudan konuşama- mış ki derdini anlatsın. Sâdece eliyle kümbeti göstermiş. Bunun üzerine çobanın  aklı başına gelsin diye Beyler  de başlamışlar mı kümbeti tekmelemeğe… Eyvan ki  eyvah, kümbet dağ gibi büyümüş de büyümüş.  En  sonunda  Basat’ın  babası Aruz Koca av bıçağını çıkanp kümbeti kesivermiş  ya içinden bir dudağı  yerde  bir dudağı  gökte  kocaman bir âdem ejderhâsı çıkıvermiş. Âdem ejderhasının bir tek gözü varmış o da tepe gibi alnının tam ortasındaymış. Onun için adını Tepe Göz koymuşlar koymasına ya kümbetten  çıkar çıkmaz Tepegözün ilk işi çobanı yemek olmuş. Bu durumu gören Oğuz Beylerinin yüreğine bir korku düşmüş. Vay ne işmiş ki bu, biz bunu bile bile işledik  varıp bir bilene  danışalım,  Dedem Korkuta soralım  bahanesiyle  pınarbaşından  kaçıp  uzaklaşmışlar.
Oğuz Beyleri  pınarbaşından  kaçıp uzaklaşadursun  o sırada  peri  padişahının  kızı  gelip  Tepegözün  parmağına bir yüzük geçirmiş ve demiş ki «Tepegöz! Tepegöz!»  demiş «Beri bak iyi dinle. Bu Oğuz  milleti  fakir fukarayı  gözetmez gayri kendini bilmez oldu… İçlerinden  yurdunu seven  bir yiğit çıkıncaya  kadar sen  onları  cezalandır. Bu yüzük parmağında durdukça sana ok batmasın, tenini kılıç kesmesin»  demiş.
Hay ağzı kuruyaydı da peri padişahının  kızı bu  sözleri Tepegöze demiyeydi… Hay  eli kopaydı da  peri padişahının kızı Tepegözün  parmağına o yüzüğü takmayaydı. O günden sonra artık Tepegözün  astığı  astık kestiği  kestik olmuş kimse karşı duramamış, kötü bir eşkiya olup çıkmış. Çoluk çocuk dememiş yemiş.. Kimse de varıp üstüne alt edememiş, pis canını alamamış.  Tepegözü yenememiş. Artık Oğuzda  dirlik düzenlik kalmamış. Tepegözün  üstüne üstüne varıp onu yo- ketmek isteyen  bütün yiğitler birer birer ölmüş. En sonunda Basat’ın ağabeyisi Kıyan Selçuk da Tepegözün elinde can vermiş. O sırada Başat savaşa  gitmiş, bu hâli bilmemiş de kurtulmuş şimdilik.
– Başat kurtulmuş ya Tepegöz de azdıkça azmış. Eliden el aman demeyen şerrinden bir köşeye sinmeyen kalmamış. Oğuz Beyleri  bakmışlar ki olacak  iş  değil,  hemen  Dedem Korkuta haber salmışlar. «Bizi kurtarsa kurtarsa bu eşkiya- nın elinden Dedem  Korkut kurtarır ancak, aman dedem medet senden yetiş imdadımıza» demişler.
Dedem Korkut ne yapsın? Varmış Tepegözün bulunduğu dağa çıkmış. Selâm vermiş Tepegözün selâmını beklemeden söze girmiş; «Oğul Tepegöz» demiş. «Ne desem sana az gelecek. Senin yüreğin kararmış bir kere aklanması imkânsız. En iyisi gel anlaşalım. Oğuz Beyleri sana haraç versin sen de Oğuzlara dokunma» demiş. Tepegözün kara yüreği daha çok kararmış, tepesindeki göz iyice kanlanmış da homur homur homurdanmış «Pek âlâ» demiş. «Bana haraç ola- Tak günde altmış adam verin benim üç öğün yemeğim olsun» demiş. Dedem Korkut: «Hay yüreği gibi ağzı da karalı uğursuz» diye çıkışmış «Sen  günde 60 insan yersen Oğuzda insan mı kalır? Sonra açlıktan ölmez misin? En iyisi gelsana günde
500 davar ile iki adam verelim  onları yiyip zıkkımlan»  demiş.
Tepegöz bakmış ki Dedem  Korkut doğru söyler, bu gidişle Oğuz elinde adam kalmayacak  o da acından  sonunda ölecek: «Peki»  diye homurdanmış, «Senin dediğin olsun. Ayrıca iki adam  daha verin de yemeğimi  pişirsin»  demiş.
Dedem Korkut dönüp  olanlan  ve konuşulanları  bir bir anlatmış. Yünlük koca ile Yapağılı Kocayı Tepegöze aşçı olarak vermişler… Dört oğlu olan birini vermiş üçü kalmış, altı kızı olan birini vermiş beşi kalmış… Gel gelelim sayılı olan tez tükenir derler bir gün gelmiş Oğuzda Tepegöze verilecek genç de kalmamış. Kapak Kan derler bir adamın da iki oğlundan biri kalmışmış.  Ne yapacağını düşünüp kara kara otururken bakmış oturmakla  iş olmayacak  almış başını kırlara çıkmış. Meğer Yiğit Başat da o sırada savaştan dönmüş, ganimetlerini ve esirlerini saçmış al sayvanlı çadırında oturuyormuş. Kapak Kan bunu görünce iki gözü iki çeşme ağlayarak Başat’a sarılmış olanlan bir bir anlatmış. Bunu duyan Başat bir kızmış bir kızmış ki demeyin… «Vay» diye bağırmış tabanım toprağa vura vura «Vay Oğuz bukadar al çaldı mı ki bir eşkiyaya   eleman diyor. Vay yurdunu yuvasını seven bunca yiğit nasıl olur da eşkiya bozuntularından korkuyor ne biçim iş bu vay Oğuzeli vay» diye haykınp okunu yayını kuşanmış, kılıcını çaprazlama bağlayıp fırlamış Tepegözün bulunduğu Salahana Kayasına  tırmanmış.
Görmüş ki bir de ne görsün Tepegöz denen eşkiya sırtını güneşe vermiş oturuyor… Başat hemen yayını gerip okunu atmış ama Tepegöze değen ok parça parça olup kırilmış. Başat bir ok daha atmış o ok da kırılmış. Üçüncü ok da Tepegöze değip kırılınca Başat bakmış ki okla yayla iş bitmeyecek  okunu yayını bir kenara atıp  kılıcını  çekmiş  Tepegözün  üzerine  yürümüş.  Tepegöz neden  sonra  Başatı  görmüş,  elini eline  çarpıp kas kas  gülmüş: «Vay Oğuzdan  bize bir kınalı kuzu gelmiş ihtiyarlar şu kuzuyu şişe geçirip kızartın uyanınca yiyeyim» demiş, demesiyle de elini uzatıp Başatı  tutmuş  çizmesinden  koncundan içeri  sokmuş. Sonra da yatıp uyumuş.  Çizmenin koncunda Başat utancından kendi kendini yemiş yemesine ya gel gelelim bu Tepegözü ancak düzenbazlıkla yenmekten başka care olmadığını da anlamış. Bunun üzerine bıçağını çıkarıp, çizmenin koncunu yarmış, usulca çıkmış dışarı… Yaradana sığınıp olanca gücüyle bıçağını Tepegözün tek gözüne batırmış. Batırmasıyla birlikte Tepegözün tek gözünden bir kan boşanmış bir kan boşanmış ki dağ taş kandan bir ırmak olup saatlerce akmış. Bir yandan da Tepegöz can acısından nâra üstüne nâra atıyormuş,  dağ taş  çınlıyormuş.  Dağın taşın yankılanmasından   Başat tir tir titremiş kendini mağaraya dar atmış. Meğer mağaranın içi koyun doluymuş. Tepegöz Başat’ın mağarada olduğu nasılsa bilmiş. Varmış mağaranın kapısın bir iyice tutmuş, iki ayağının arasından, ürküp dışarı çıkmak isteyen koyunları yoklamağa başlamış. Bunu gören Başat, hemen koyunun birini kesip yüzmüş. Derisini sır¬tına geçirmiş, dört ayak üstünde yürüyormuş gibi gelip Tepegözün  ayaklan arasından  dışan kaçıp kurtulmuş.
Başatın hilesinin neden sonra farkına varan Tepegöz Başatı tatlı dille kandırmak istemiş. «Yiğit yiğit» demiş «Beri gel yiğit. Gözümü aldın canım  sana kurban olsun. Al şu yüzüğü benim sım m bu yüzüktedir.  Gayri sen tak parmağına» demiş. Başat da yüzüğü alıp parmağına takmış.  Gerçekten de ondan sonra Başatı ne kılıç kesmiş, ne de Başata ok işlemiş. Bunun üzerine Tepegöz «Gözümü aldın gözüm sana helâl olsun yiğit» demiş. «Yüzüğümü aldın yüzüğüm de sana helâl olsun… Şukarşıdaki kümbedi açıp gir içine orda hazinem var, al o hazine de sana helâl olsun» demiş. Gerçekten de Başat kümbete girmiş ki kümbet silme dolu hazine. Artık elmas mı istersin, altın mı cevahir mi ne dilersen hepsi var. Başat hazineye dalmışken, kör Tepegüz birden kümbetin kapısını kapatmış «Şimdi girdin kapana, artık burdan senin ölün çıkar» deyip başlamış gülmeye. Tepegöz gülmeye başlamış ama Başat da boş durur mu? Hemen adı güzel Peygamber Muhammet, Aleyhisselâma, candan ve gönülden bir salavat getirmiş salavat getirmesiyle koca kümbetin kapısı gümbür gümbür açılıp Başat selâmete erişmiş. Bunun üzerine Tepegöz katılıp kalmış. «Vay bundan sonrası bize ölmek yaraşır, bâri kendi kılıcımızla ölelim var git mağarada asılı getir onu» demiş. Başat mağaraya varmış bir kılıç asılı duruyor ama ne kılıç ne kılıç… Ağzı ustura gibi keskin, kendi bin kilo… Az kalsın Başatın   boynunu uçuracaktı   şöyle bir kımıldayınca… Bunun  üzerine  Başat  kılıçtan  uzaklaşıp  yaradana  sığınıp yayını germiş  ve kılıcı asılı  olduğu yerden  okla yere  düşürmüş. Bin kiloluk kılıç toprağa düşer düşmez yer sarsılıp yarılmış Tepegöz de yarığa düşüp can vermiş. Basat da Tepegözün ölüsünü sürüye sürüye dağdan indirip getirmiş. Oğuz Beylerine teslim etmiş. «İşte eşkiyalığın sonu budur, yurdunun dirliğini bozanın ölüsünü böyle sürüye sürüye getirirler» demiş. Bu masal da böylece bitmiş. Dedem Korkut gelmiş boy boylamış soy soylamış dua etmiş «Yavru balam, gözü ceylanım yavrum» demiş. «Karşı yatan yerli Kara dağların yıkılmasın. Gölgesi  güzel koca ağacın  kesilmesin ak sakallı babanın ak pürçekli ananın gözü üstünden eksilmesin;  ak alnında  beş kelime duâ kılınsın ak nurlar büyüyesin çocuğum.