Subscribe Us

header ads

11| Baş İle Gövdeyi Birleştiren Türkçü

Baş ile gövdeyi birleştiren Türkçü
Anadolu’da uğradıkları haksızlıklardan bunalan Türkmenler Şah İsmail’e sığınarak Kızılbaş Devleti’nin kurulmasını sağladı. Uzun zaman sonra ilk defa bir Türk devletinin resmi dili Türkçe, egemenleri Türkler oldu.
Şah İsmail’i sadece “Alevilik” penceresinden değerlendirmek, tarihin gerçeklerinden çalmak demektir. Onun “düşman” olarak konumlandırılması inancından çok, o inançla koruduğu Türklüğü ile ilgilidir. Kaldı ki Çaldıran’a kadar Türkler arasında mezhebe dayalı ayrılıklardan söz edilemez.
Bir tahterevalli düşünün. Türkler yüzyıllarca, evlerinin bahçesindeki bu tahterevallide, Arapları, Farsları, Rumları, Ermenileri, Venedik, Cenevizlileri “yukarıda” tutmak için bütün güçlerini tüketmeye mecbur bırakılan taraftır. Düzen sürekli onların oturduğu tarafın tepesine binmiş, yükselmelerini engellemiştir. İşte Şah İsmail, o tahterevallinin Türk tarafında birikmiş yükleri kaldıran dengesidir. Bunu bir “Türk Devleti!” ile savaşmak pahasına yaptığı için Şah İsmail’i hain ilan edenler, Mustafa Kemal’in de bir “Türk devleti!”ne başkaldırmış olduğunu unutmamalıdır. Kaldı ki o başkaldırı sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti gibi, Safevi, diğer adıyla Kızılbaş Devleti’nin Türklüğü konusunda da bir şüphe yoktur. Bu nedenle Şah İsmail’i fanatik bir taraftar edasıyla ele almak, yıllardır süre gelen çıkmazı pekiştirmekten başka birşeye yaramaz.
Hep kaçmak zorunda kaldı
Aşıkpaşazade, Anadolu Türkmenlerinin Şah İsmail ile bütünleşmesini şöyle nakleder: “Ömründe ve diyarında kendüye adem dinmeyen bikarlar tuman beyleri olup hadden ziyade itibar buldular. İşiten çıktı gitti. Yerinden ayrılup yurdunu terk idüp çiftin çubuğun dağıttı.”
Şeyh Safiyüddin’in torunu, Akkoyunlular’ın varisi, Şeyh Haydar’ın oğlu ve Şeyh Ali’nin ölmeden önce, o daha altı yaşındayken halef gösterdiği Şah İsmail, bütün bu sıfatlarından ötürü rakip ve tehdit olarak görüldüğü için küçük yaştan itibaran ölümden kaçarak yaşamak zorunda kaldı. Saklanarak, korunarak, savaşarak büyüdü. Annesi Alemşah’ın Erdebil’e Şeyh Safiyüddin’in türbesine götürdüğü gün başlayan kaçışı, oradan Gazi Ahmet Kakuki adlı bir Türkmen müridin evine, sonra Hancan adlı bir kadına, sonraki ilk tehlike de, halası Paşa Hatun tarafından Dulkadirli Türkmenlerinden Ubayi Cerrah adlı kadının evine sürüklenmesiyle devam etti. Ubay Hatun, Timur zamanında Erdebil’e getirilip yerleştirilen Anadolu Türkmenleri’nin bulunduğu mahallede yaşıyordu. Şah İsmail’in bu misafirliği, ancak izlerini sürenlerin soluklarını hissetmeye başlayana kadar sürdü. Bu sefer Allahvermiş Ağa Türbesi’nden, Karamanlı Rüstem Bey aracılığıyla gittikleri Kerkan Köyü’ne, Kesker Hakimi Emir Siyavuş’un yanından, Reşt’e, Gilan’a, Lehican’a kadar uzandı. Türkmenlerin içinde, Alevi terbiyesine uygun biçimde yetiştirildi. Türkmenler birlik için umut olarak gördükleri Şah İsmail’i her türlü baskıya rağmen ve canlarından vazgeçmek pahasına korudular. Öyle ki, İsmail’i bir dönem evinde saklayan ve yetişmesinde emeği olan Ubay Hanım, Akkoyunlu hükümdarı Rüstem ’in emri ile Tebriz’de idam edildi.
7 boy, 7 Bey ile birlikte…
Lehican’dan, 7 Türkmen boyundan 7 Türkmen beyi eşliğinde (Şamlı Lele Hüseyin Bey, Dulkadırlı Dede Abdal Bey, Hadim Bey Hulefa, Karamanlı Rüstem Bey, Karamanlı Bayram Bey, Hınıslı İlyas Bey, Aykutoğlu ve Gacar Kara Piri Bey) hedefine doğru harekete geçtiğinde henüz 12 yaşındaydı.
Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devleti’nin Kuruluşunda ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü adlı kitabında Şah İsmail yanlısı Türkmen-Alevi boy ve oymakları şöyle sıralar: Rumlu, Ustacalu, Tekelü, Şamlı, Bozok, Dulkadir, Varsak, Çepni, Turgudlu, Türkmen, Bozcalı, Acırlu, Hınıslı, Çemişkezeklu, Avşar, Kaçar, Sad’lu, Arapgirli, Alpavut, Bayat, İspirli, Silsüpür, Baharı, Cakirlu, Bayburtlu, Otuzikilu, Karaman..
Cemal Şener de Alevilerin Etnik Kimliği’nde Şah İsmail’in tahta çıkışında hepsi Oğuz boyu olan 72 oymak ile 40 seyyid ocağının desteğinden bahseder.
O yürüdükçe, peşine takılan Türkmenlerle büyüyen kafilesinin ilk durağı Erdebil darül irşadı; şeyh Safi’nin mezarı olur. Buradaki sufi tören ve zafer dualarıyla önce Ercüvan’a geçer. Oradan da Iğdır Ovası, Kağızman, Erzurum, Erzincan derken Ustacalı Türkmenlerin bulunduğu Tercan’ın
Sarıkaya yaylağına...
Şah İsmail’in Anadoluya gelişini Osmanlı topraklarına tecavüz ve tahrik sayan tarihçiler her nedense o çağda buraların henüz Osmanlı sınırına dahil olmadığından bahsetmez. Bu gelişin, Türkmenler arasında “Artık baş ile gövde birleşmiştir” sevinciyle karşılandığına bakılırsa, Osmanlı korkmakta haklıdır. Yanlış olan bu korkunun Türkmen kıyımına dönüşmüş olmasıdır.
Kısa süre sonra Safevi toprağı haline gelecek olan bu bölgedeki diğer “tecavüz” iddiası Yavuz’un Trabzon Valisi olduğu döneme aittir. Buna göre Yavuz, Erzincan ve Bayburd’a kadar iner. Bölgeye zarar vermekle kalmaz, Şah İsmail’in kardeşi İbrahim’i de esir alır. Bu olaydan sonra Şah İsmail “baba” diye hitap ettiği ve her fırsatta “soy birliği”nden bahsettiği 2. Beyazıd’a gönderdiği elçilerle üzüntüsünü iletir.
Kızılbaşlar (Safevi) Devleti
Etrafındaki Türkmen kitlenin genişlemesi ve güçlenmesiyle devletleşme sürecini fiili olarak başlatan Şah İsmail önce Şirvanşah Ferruh Yesar’dan atalarının intikamını alır, peşinden Baküyle, Irak’ı, Fars ve Kirman’ı fetheder. 12 İmam adına hutbe okutup para bastırır. O artık Kızılbaşlar Devletinin şahıdır.
Şah İsmail’in kurduğu yeni devlet tamamen Türkler’e dayanır. Türkler eliyle kurulmuş diğer devletlerden farkı, en azından Şah İsmail’in ölümüne kadar, (sonra onlar da İran etkisine girecektir) devleti yönetenlerin kanındaki cevheri aslinin önemsenmiş olmasıdır.
Soyunun Oğuz dedelerine dayandığı iddia edilen Şah İsmail’in neden Osmanlı saray tarihçilerince linç edilmek istendiğini bir İranlı’nın; Nasrullaf Felsefi’nin kaleminden okuyalım: “O İran’ın yerli ahalisini kendisine tebaa etmiş ve onları kökence Türkmen olan Kızılbaş taifelerin hakimiyeti altına düşürmüştür. Şirin fars dili Osmanlı İmparatorluğunda ve Hindistan’da siyaset ve edebiyat dili olduğu bir devirde, Türk dilini İran sarayının resmi dili yapmıştır. Hatta o kendisi de yalnız Türk dilinde şiirler yazıyordu.”
Felsefi tarafından esefle yazılan bu satırlar, Türkler açısından bakıldığında taherevallideki denge değişiminin kanıtıdır. Türkler artık kendi devletlerinin “kaba, akılsız, eşek” dite itilip kakılan değersiz unsurları değil egemenleridir.
Şiirleriyle Türkçe’nin ses bayrağı haline geldi
Şah İsmail döneminde sadece idare biçimi değil sosyal yaşam da her haliyle Türkçe’dir. Rivayetlere göre ülke Dede Korkut’ta geçen sahnelerin canlandırıldığı doğal setlere dönmüştür; ozanlar, koçaklamalar… Şiiliği resmi din, Türkçeyi de resmi dil yapan Şah İsmail, aynı zamanda Alevilerin önde gelen ozanları arasında sayılır. Şiirlerini ‘Hatayi Divanı’nda toplamıştır. Türkçe’nin gelişmesine büyük katkıda bulunan bu şiirler onun felsefesinin anlaşılması açısından da önemlidir. İşte onlardan biri:
Serime Bir Sevda Geldi
Muhammed Ali’den Beri
Yandı Vücudum Kül Oldu
Ta Kalubeli’den Beri
Ali’nin Fatma Kanber’i
Hırka Tutunur Önleri
Severim On İk’imam’ları
Atası Pirimden Beri
Hasan’la Hüseyin’i Sevdim
İkrarım Onlara Verdim
Kafirleri Bütün Kırdım
Halil-Ür-Rahman’dan Beri
Zeynelabidin Yolları
Açılır Gonca Gülleri
Bakır İmamlar Serveri
Severim Soyundan Beri
Muhammed Dünyaya Geldi
Şu Alem Nur İle Doldu
Hacem İmam Cafer Oldu
Okuram Kur’an’dan Beri

Yavuz’un Divan’da yaptığı “kıyım” savunması

Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’nun Şah İsmail ile bağını kesmek için giriştiği Türkmen kıyımından önce Divan’da yaptığı konuşmayı Hoca Saadettin Efendi şöyle nakletmiştir:
“…mürid ve dostlarını arttıra arttıra genç yaşlı herkesin gönlünü özüne çekmiştir…
Peygamberin gönüller açan yüce sünneti yapısının zulüm ve dinsizlik kazmasıyla temelinden yıkarak harab etmiştir… Sevinç duyduğumuz başımızın tacı cevheri köklü dinin, devamını sağlamak ve açık şeriat yolunda yürümek olup, Tanrı’nın desteğiyle gücümüz en yüksek derecede, cihanı tutan kılıcımız İslam’ın nuruyla parlamakta iken, ol kayıpların kaynağı Şia topluluğu bağını paralamak, ad ve şanlarını varlık dünyasından gidermek işini üstlenmek akıl ve din kuralları gereğince boynumuza borç olmuştur…
Madem ki ol ayıplı mezhep ve geniş mezhep ıssılarının değersiz baş ve buğlarının vardıkça gücü artması, zararının da bizlere dokunması gün konusu olmuştur. Zira Anadolu illerinde yaşayan kavrama gücünden yoksun Türkler, o karalanmışlarla bağlantı kurarak, tanımadan, bilmeden ol sapkınlık örneğine uymuşlar, çoluk çocuklarını, mal ve varlıklarını anın yoluna feda ider olmuşlardır. Gücü olanlar ölçüsüz adak ve armağanlarla anı ziyarete giderler. Sapkınlıkla pişkin halifeleriyle her yıl sayısız adaklar gönderip, ol yasaklara öğünç duyan mubahinin yıkılasıca dergahı gölgesini haşa hacet kapısı ve dilek kabesi bilürler ve ergin kızların, belki kız kardeşlerini tepelenesice adamlarına peşkeş çeküp adın işitseler secde ederler.”

Yorum Gönder

0 Yorumlar