Subscribe Us

header ads

16 | Hamidiye Alayları. Yarı Resmi Eşkıya Birlikleri

Yarı resmi eşkıya birlikleri
Yarı resmi askeri kuvvet durumundaki Hamidiye Alayları, kısa sürede, “yarı eşkıya” durumuna geldi ve Anadolu’da köylerin yağmalandığı, kadınların ve kızların ırzına geçildiği, “kılıçların Türk’e doğru sallandığı” yeni bir dönem başladı
2. Abdülhamid’in emriyle kurulan Hamidiye Alayları Kürt aşiret ağalarının komutasında teşkilatlandı.
Aleviler ile Kürtler arasındaki ilişki; Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı toprak sistemini delmek pahasına 33 Kürt beyine derebeylik hakkı vermesi, Kanuni’nin bu sistemin devamına ilişkin olarak ve 3. Murat’ın da “Kızılbaşlar’a kılıç sallamayı” teşvik için yayınladığı fermanların gölgesinde gelişti.
İstanbul; Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla yeni bir yola girerken, 2. Abdülhamit Anadolu’sunda “Türk Sorunu”nu çözme biçimi değişmemişti.
Babai ayaklanmasında “Kızılbaş Türkler”i bastırmak için Selçuklular’a destek veren Kürt beyleri, bu kez “devletin yarı resmi askeri gücü”olarak atları, silahları, emirlerindeki alaylar ve o alaylardaki “tek bir harf okumasını bilmeyen askerler” ile cehaletin cesaretine fazlasıyla sahiptiler.
Aşiret ağalarının“komutan”, akrabalarının da binbaşı, yüzbaşı, mülazim gibi rütbeleri paylaştığı o günlerde Aleviler’in alay kurma istekleri reddedildi. Gerekçe manidardı:
“Tehlike yaratabilir!..”
“Türk devleti”, Alevi Türklere sırtını dönerken, asıl tehlike ile yüzleşmesi uzun sürmeyecekti. Yarı resmi kuvvet durumundaki Hamidiye Alayları, kısa sürede, gazeteci-yazar Rıza Zelyut’un deyimiyle “yarı eşkıya” durumuna geldi ve Anadolu’da köylerin yağmalandığı, kadınların ve kızların ırzına geçildiği, “kılıçların Türk’e doğru sallandığı” yeni bir dönem başladı…
Bu dönemin sonunda da kaderlerine terk edilen birçok Türkmen boyu, çareyi terör estiren bu Kürt beyleri ile kaynaşmakta, dillerini öğrenip onlar gibi yaşamakta buldular.
2. Meşrutiyet’e kadar Alevi Türkmenler’e dönük politikaların“sistemli biçimde eritme”yi hedef aldığını savunanların sayısı hiç de az değildir.
Hamidiye Alayları’yla açılan yoldaki en kritik virajlardan biri Şafii Kürtlerin, ağa ve aşiret reislerinin çocuklarını eğitmek üzere İstanbul’da kurulan ve Kürtçülüğün filizlendiği “Aşiret Mektepleri”  olduğuna göre, bu tezi savunanlar haksız olmasa gerek. Nitekim Aşiret Mektepleri’nden sorumlu Kolağası Kamil Bey’in “bunlar aşiret değil haşerat!” sözü , faaliyetlerinin ne kadar yaka silktirir hale geldiğinin göstergesidir.
Yola getireceklerdi
Çalışmalarına 1890’da başlanıp fiilen 1891’de kurulan, Erzurum, Van, Bitlis ve Diyarbakır’da 50’den başlayıp sayıları zaman içinde 65’e ulaşan Hamidiye Alayları, Nihat Gültepe’ye göre “Askeri disiplin içine alınan aşiretlerden Doğu Anadolu için kolluk kuvveti olarak faydalanmak, düzenli süvari birlikleri oluşturarak, olası bir Rus işgaline karşı elde hazır kuvvet oluşturmak, dış tahriklere kapılan ve isyana kalkışacakları açık olan unsurları yola getirme, aşiretleri iskan ettirmek ve bunları medenileştirmek; onları disiplin altına alarak eğitmek, aşiret kavgalarına son vererek bu yöndeki bütün potansiyeli devlet lehine kullanmak, bu vesile ile yol, köprü, okul binaları vs. yaparak Doğu Anadolu’nun imarına çalışmak” için kurulmuştur.
“Dış tahriklere kapılan ve isyana kalkışacakları açık olan unsurlar” görünürde Ermeniler olsa da, alayların uygulamalarında Aleviler’in de bu kapsamda değerlendirilmiş olduğu ortadadır.
Hamidiye Alayları’nın Türkmenlere uyguladığı zulme çocuk yaşlarda şahit olan Mehmet Şerif Fırat, ’Varto Tarihi’nde yaşananları birinci ağızdan şöyle aktarır:
“Sultan Hamid istibdadını yürütmek için artık temelli olarak doğu illerine Kürdistan ve kendisine de Kürtlerin babası demekteydi.
Sultan Hamid o gün, bu aşiret ağalarına verdiği geniş selahiyet ve rütbe ile doğu bölgesindeki şehirler esnaf ve tüccarı, ve doğu illerindeki çiftçi ve halk tabakasını ve bu illerde biz Türküz diyenleri, bu Hamidiye alaylarına birer esir gibi teslime ederek onları aşiret alaylarına soydurmuş, kırdırmış ve ezdirmişti.
Bu beylikler, kendilerini yalnız Sultan Hamid’in Kürtleri ve oğulları, din ve şeriatın arkaları, insanların en kutsalları, Türklüğün düşmanları ve yurdun jön Türklere karşı müdafileri sayar ve kendilerini hiçbir kanuna tabi tutmadan doğunun diğer halkını karşılarında kul ve köle biliyorlardı.
Osmanlı imparatorluğunun orta devrinden başlayıp Sultan Hamid çağında tamamlanan bu yıkıcı siyaset ve zehirli duygulardan doğan Hamidiye teşkilatı az bir müddet içinde doğudaki Türk nesli arasında müthiş bir kötülük ve nefret uyandırmış, milli birlik ve bütünlüğü çok ağır bir surette parçalamış, Hamidiye olmayan halkı bu aşiretlere ezdirdikten sonra menfaat ve saltanat hırsıyla deliren bu alayları ve hatta bir alayda olan öz kardeşleri birbirine musallat ederek doğu illerimizin her yanını kanlarla sulamıştır..
Alevilerle çatıştılar
Sünnilik ve Alevilik gayretiyle birkaç kere dövüşen Cibran ve Homek aşiretleri bu son Hamidiye teşkilatının siyaseti karşısında birbirlerini yok etmek için yıllarca çarpışmışlardı.
Cibranlılar; Sultan Hamit’in müstebit alayları ve Kürdistan’ın kudretli bir aşireti, Hormekliler, mülkiye, reaya ve ahali, aşiret ve Kürt sayılmayan, bayağı bir Türkmen oymağı bilinirdi.
Cibran alayı kumandanları ve aşiret ağaları; hükümlerini Muş ve Varto idare makamlarını yürüten ümera ve zabitan, Hormek ağaları; hükümet kapısından kovulmuş, malı, canı, helal kafir Kızılbaşlardı.
İşte birisi asalet, selahiyet, kudret ve zorunu göstermek için köylere ve talanlara saldıran ve öbürüsü malını, canını, namusunu ve hakkını, istibdadın kanlı pençesinden kurtarmak için çarpışıyordu.
Cibran Aşireti, Hamidiye Teşkilatında bin ikişer yüz atlı mevcutlu dört Hamidiye Alayına ayrılmıştı.
Sultan Hamid’in, para, rütbe, silah ve kuvvetiyle teçhiz edilen bu dört alay, kendi bölgelerindeki halka, kasabalara ve Hamidiye olmayan diğer aşiretlere saldırarak onları kendi çiftlikleri haline getirmişlerdi. Bilhassa Kızılbaş bildikleri Hormek aşiretini yok etmeye yeltenerek, onların Varto’daki bölgelerine, köylerine saldırmışlardı. Bu üstün kuvvetler karşısında şaşıran Hormekliler başkanları olan İbrahim Talu’nun etrafında toplanmışlardı. İbrahim Talu ve akrabaları, ilahi ve tevekkülle, canlarını ve namuslarını kurtarmak için, bu sayısız aşiret akınlarına karşı durmaya ve hiçbir kuvvete boyun eğmemeye karar vermiş, bunlar bin zorlukla ele geçirdikleri basit silahlarla köylerinin mevzilerinde gece gündüz beklemişlerdi.”
Ölmeyi tercih etti
Şakir Keçeli Baba da Bingöl ve Varto’da yaşayan Aleviler’e  “dünyayı dar eden” Hamidiye Alayları’nın neden olduğu acılarla ilgili şu örneği aktarır:  “Hamidiye Alaylarından bir bölümü Dikmen ailesinin atalarını kuşatır. Taraflar arasında silahlı çatışma çıkar, Dikmen ailesinin geçmişleri ya toptan ölecek ya da çemberi yarıp kurtulacaklardır. Ama yanlarında hamile bir bacı vardır. Kadıncağızı orada bıraksalar Hamidiye alayı mensupları kadına hakaret edecekler. O anda kadıncağızın da isteği ile orada onu şehit ederler.”
Tanzimat, Islahat ve azınlık olma hali
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Alevi dergahlarını yıktıran, Alevi-Bektaşi babalarını astıran, dedelerini sürdürenler, 1839’a gelindiğinde,  “Avrupa umumi efkarını tatmin etmek ve güya azınlıkları memnun etmek için, Türkler’e hakaret teşkil eden fermanlar, hattı hümayunlar” yayınlamaya başmışlardı.
Anadolu’nun adım adım  Hamidiye Alayları’nın zulmüne sürüklendiği günlerde, “İstanbul modernleşmesi”ni es geçmemek, Türkmenler ile diğer unsurların tabi tutulduğu  “muamele farkı”nı görmek açısından önemli.
Adalphus Slade 1829-1831 arası İstanbul’unu şöyle anlatır:  “Rumlar, varsıl Türklerinkini gölgede bırakan lüks bir yaşam sürmektedirler… Ne ki yine Rumlar’ın bir bölümü kendilerine zulüm yapıldığını öne sürmektedirler. Öte yandan Rum köylüsü de, herkesten daha iyi giyimli ve toktur, özgürlük içinde yaşamaktadır”
Rumlar böyleyken Ermeniler’in durumu da çok farklı değildir. Ermeni Yazar Yetvart Çark,  “Devlet makamlarını işgal eden Ermeniler kendi cemaatlerinin rahatlığı ve refahı için ellerinden geleni esirgemiyor, nüfuzlarını kullanıyorlar ve çok defa nazlarını geçirebiliyorlardı. Birçok Ermeni müesseselerine Saray tarafından senelik yardım bağlanmıştı”  der.
Tanzimat gündeme getirdiği “ala turca” kavramıyla “Türk gibi” olmayı bir aşağılanma, kötülenme gerekçesi sayarken, Islahat da Hristiyan ve Yahudilere  “cemaat / millet”  olarak  “örgütlenme” hakkı tanımıştı. 1876’da Osmanlılığın Türklük anlamına gelmediği  “anayasal güvenceye” alındı. Bu ortamda eğitimsiz bırakılan, yoksullaştırılan Türkler’in yükselebildiği en yüksek makam Osmanlı Bankası’nın hademeliği veya ’sözde azınlıklar’ın yanında hizmetkarlıktı. (Sözde dedik, çünkü günün şartlarında hak ve eşitlikten mahrum olan asıl azınlık Anadolu Türkmenleri idi.)
Bu ortamda çıkan birkaç isyanın “din”  temelli olması  “milli bilincin” ne derece törpülenmiş olduğunu göstermesi bakımından dikkate değer.
Yukarıda anlatılanları okurken, Anadolu Türkmenlerinin, 2. Abdülhamid döneminde baş gösteren yeni baskı dalgasını,  “millet”  olma hakları ellerinden alınmış vaziyette karşıladığını unutmamalı.
Türkmenler’e karşı tedbir
Anadolu’daki Alevi Türkmen varlığını tehdit olarak gören Ankara Valisi’nin, II. Abdülhamit’e “ivedi önlem” alınması tavsiyesiyle  gönderdiği raporda şunlar yazılıydı:
“Saadetlü Efendim Hazretleri,
… Anadolu kıtasının vasatında batıl ve gafil ve cahil böyle nüfus-u kesirenin (kalabalık nüfusun) kendi hallerine metruk olmaları (terk edilmiş olmaları) her zaman korkunç neticeler iras edecektir (doğuracaktır)… Binaenaleyh bu babda gayet esaslı bir tedbir-i acil ittihazını (ivedi önlem alınmasını) lüzumu sadakat hasebiyle şimdiden arza cüret eyledim. Ol babda emir ve irade Hazret-i mellehülemrindir.
Ankara Valisi Mahmut”

Yorum Gönder

0 Yorumlar