Subscribe Us

header ads

23 | Anadolu’da Türklüğün Ana Damarı Oldular

Anadolu’da Türklüğün ana damarı oldular
“Alevilik alanı, eski Türk kültür unsurlarının yaşatılmakta olduğu canlı bir müzeye benzer. Bu bakımdan, ihtiyacımız olan şey, yeni bir bağ tesis etmek değil, yüzyıllardır varolan  birliğin tespitidir…”
Alevilerin cemde semah dönerek Tanrı’ya yaklaştığına inanması şamanın yolculuğunu hatırlatıyor.
Dün “Türk Aleviliği”nin ortaya çıktığı zemini tahlil eden Nihat Çetinkaya ile sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyoruz:
– Öne çıkarılan bir vurgulama var: “Alevi Kürtler”… Tarihi kaynaklara bakınca, biz “Kürtleşen Aleviler”diyoruz. Sizin ise yeni bir tanımınız var “Kürtçe konuşan Aleviler” diye…
“Alevilerin Kürtlüğü” uygun bir tanım olmaz.
Anadolu’da var olan Anadolu Aleviliği -Bektaşilik söz konusu edilmezse- Türkmenlere mahsus bir inançtır.
Çok küçük bir kısmının Hanefi olmasının dışında bütün Kürtler Sünnî/Şafiî mezhebine mensupturlar.
Ancak Doğu Anadolu’nun bazı yörelerinde çok az da olsa Kürtleşmiş değil de Kürtçe konuşan Alevi gruplara rastlanmaktadır.
– Gerçek manada Kürtleşme yok mu diyorsunuz?
Burada, Zazaca konuşan Alevileri Kürt olarak görmemek gerektiğini belirtelim. Zaza Aleviler kendilerini Kürt olarak tanımlamazlar.
Türkçeyle beraber Zazaca konuşmalarına rağmen Türk kökenli olduklarını bilirler, ifade de ederler.
Kürt ve Zaza Alevilerin ibadetleri ve dinî anlatımları tamamen Türkçe’dir.
Türkmen göçlerine müdahale
– Kimliklerini korumak için “dil”i koruyucu olarak kullandıkları söylenebilir mi?
Tarih ve arşiv kaynaklarının yanında, son dönem araştırmalardan, bazı Alevi Türkmenlerin Kürtleşmesini tespit edebiliyoruz.
II. Bayezid ve Yavuz döneminde meydana gelen olaylar dolayısıyla Anadolu’dan İran’a önemli sayıda bir Türkmen göçü başlar.
Bilindiği gibi o sıralarda İran’da, tamamen Anadolu’dan göçmüş olan Türkmenler tarafından kurulan Safevî devleti hakimiyeti vardır.
Çaldıran Savaşı’ndan sonra, Safevî hükümdarı Şah İsmail, Yavuz’a bir barış heyeti gönderir ve bu vesileyle Amasya’da bir barış antlaşması imzalanır. Bu antlaşmaya göre, Anadolu’dan İran’a yönelik Türkmen göçlerinde, Safevî devleti bu Türkmen topluluklarını İran’a sokmayacaktır, kaçak girenler de yakalanarak Osmanlı devletine teslim edilecektir.
Bu antlaşma Kanunî döneminde de ilavelerle yenilenmiştir.
Yavuz, Çaldıran dönüşü, Fırat nehrinden İran sınırına kadar olan bölgede, zamanın meşhur âlimlerinden, Kürt kökenli İdris Bitlisî öncülüğünde bir tampon bölge yaratmaya yönelir. Bölgede bazı sancakların yönetimi, özel statüyle yetkili Kürt aşiret beylerinin yönetimine verilir.
Aşiretlerin etki alanı
Devletle problemli olan bazı Türkmen topluluklarından göçe başvuranlar, İran’a geçemedikleri için, Kürt aşiret beylerinin yönetiminde bulunan dağlık kesimlere yerleşmeye başlamışlardı.
Bu bölgeler, devlet kontrolünün zayıf olduğu ya da hiç olmadığı, Kürt aşiret beylerinin yönetimine bırakılmış, sarp, geçit vermez dağlık bölgelerdir ki, toprakların ve yaylaların kullanılmasına ait yetkiler Kürt beylerinin inisiyatifine bırakılmıştı.
Bu şekilde bazı Alevi Türkmen grupları, topraklardan ve yaylalardan faydalanmak için, Kürt aşiretlerinin etki alanında Kürtçe’yi de öğrenerek, hem Kürt beyinin yetkilerinden faydalanmışlar hem de devlete karşı kendilerini kamufle etmişlerdir.
Bugün inanç, gelenek, görenek ve hâlâ muhafaza ettikleri boy ve aşiret adlarından, Türkmen asıllı olan bu grupları tanıyabiliyoruz.
– Türkmenlerin birlikte yaşamaya başladığı Kürt Beyleri’ni gündeme getirince, Hamidiye Alayları için de ayrı bir parantez açmak gerekiyor galiba…
Türkmenlerin Kürtleşmesini, 1890-91 yıllarında, II. Abdulhamid’in, doğu bölgesinde  “Hamidiye Alayları”  adıyla askerî birlikler oluşturması sürecinde de gözlemleyebiliyoruz.
Prensip olarak, Hamidiye Alayları Kürt asıllı aşiretlerden kurulmaktadır. Bazı Türkmen aşiretlerinin de, kendilerinin Kürt asıllı olduğunu söyleyerek alaylar kurmak için müracaatta bulundukları, bunlardan bazılarının da yalan beyanlarından dolayı cezalandırıldıkları bilinmektedir.
Canlı bir müze gibi
– Siz Kürtleşmiş olan birçok aşiret ve toplulukların, hafızalarında, geçmişte Türkmen oldukları bilgisini ve bilincini muhafaza ettiğini savunuyorsunuz, o zaman Aleviler’le “yeniden bağ kurmaya” ihtiyaç yok mu?
Kültür bağlarında bir farklılaşma yok. Alevilerdeki dinî ve millî kültür unsurları tamamen Türk kültür alanı içinde Türk kültür unsurlarıdır.
Bu bakımdan, bağların tesisinden ziyade tespitlerine ihtiyaç duyulmalıdır.
Alevilik konusuna eğilen araştırmacı ve yazarlar, tarihî derinliğine doğru genel Türk kültürünü araştırırlarsa, Alevilerdeki bütün inanç ve kültür motif ve sembollerin, genel Türk inanç ve kültür unsurlarıyla birebir örtüştüğünü tespit edeceklerdir; çoğu yönlerden de Alevilik alanını, eski Türk kültür unsurlarını yaşatılmakta olduğu canlı bir müze halinde bulacaklardır ki, son yıllarda yapılan araştırmalar, bu gerçeği ortaya çıkarmış durumdadır.
– Bu noktada, farklılaşma iddiaları yersiz mi?
“İstisnalar kaideyi bozmaz” söylemini de dikkat merkezimizde tutarak Alevilik alanının, homojen bir yapıya sahip olduğunu ifadeyle, Anadolu Türklüğünün ana damarı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Etnik zafiyeti olanlarla anlaşamazlar
“Alevilerin, arka planında hangi amaç ve düşüncelerin olduğu bilinmeyen ”Alevi Açılımı“ projesinden ancak bir tek talepleri olabileceği düşünülebilir. Bu tek talep, devlet karşısında, Sünnî inançlılarla eşit statüye sahip olmaları olabilir.
Zaten bunu talep etmektedirler.
Alevilerin, asırlardır kendilerini dışlayan, inançlarından öte varlıklarına dahi tahammül göstermeyen, her türlü tahkir ve iftiranın üretim alanı olan bir anlayışın uzantısı olup İslâm’ı ”araç“ olarak kullanan etnik zafiyetin siyasî aktörleri olarak gördükleri, ”Alevi Açılımı“ gündemini oluşturanlarla, herhangi bir konuda anlaşabileceklerini tahmin edemiyorum.”
Alevilerin ulusal tırmanış süreci başladı
– Aleviler Cumhuriyet’i selamlarken, peşlerinde sizin de bahsettiğiniz trajediler vardı. Yeni devlete adaptasyonlarında, bu bilinçaltının nasıl bir etkisi oldu?
Türkmen kıyımından anlaşılması gereken, devletle Alevi Türkmen ahalisi arasında meydana gelmiş olaylardır.
Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar, anılan olaylar dolayısıyla, bu Türkmen ahalinin bilinçaltında, devlete ve toplumun diğer kesimine (Sünnîlere) karşı düşmanlık hissi gelişerek devam ettiği bilinmektedir.
1908’de II. Meşrutiyet’ten sonra, İttihat ve Terakki bünyesinde yapılan araştırmalarda, Alevilere yönelik müspet yaklaşımlar ve Cumhuriyetin yarattığı ortam, Alevi kesiminde memnuniyetle karşılanmış, bu sebeple de, onların bilinen tepkilerinde bir durgunluk ve yumuşama sağlamıştır.
Burada şunları da hatırlamak yerinde olur:
Bu döneme kadar Alevi Türkmenlere karşı, Sünnî kitlede ve devlet yapısında tepkiden öte keskin bir dışlama ve suçlamalar vardır ki, çirkin iftiralar herkes tarafından bilinmektedir.
1950’de Sünnî içerikli muhafazakâr iktidarlar döneminin başlamasıyla, Alevi Türkmen kitlesinde tarihî birikimlere dayanan tepkiler kabarmaya başlar.
1960’lardan itibaren, daha çok kırsal kesimde yaşayan Alevi Türkmenler şehirlere gelmeğe, bu suretle siyasal alanda aktif muhalefetin içinde, hatta ön saflarında görülmeğe başlarlar. Siyasî temayüllerinin blok halinde olması, siyasî kurum ve kuruluşların ilgi alanına girmelerine sebep olur. Bu ilgi, araştırmacı, yazar ve bilim adamlarını da Aleviler konusunda araştırmalara sevk eder.
Çokça eser vermiş olan ve halen devam eden bu çalışmalar, ilmî tespitlerle birçok konuyu aydınlatmış olmakla, Alevi kitlede bir aydınlanma ve bilgilenme sürecini başlatmıştır.
Bu gelişme, ayrışmanın değil bütünleşmenin işaretlerini verir ki, beş yüz yıldır neredeyse uzaklaştıkları Türk kimliğine sarılıp siyasî alanda  “Ulusal Duruş”un ön saflarında yer alarak, Alevilerin ulusal tırmanışa geçtikleri bir süreci başlatmıştır.
– Kimlik siyasetinde en kolay tanım biçimi “sorun” ilan etmek oldu.  Aleviler bir “sorun”un adı mıdır?
Evet Aleviler konusu bir sorundur; adlandırmak gerekirse Türklerin parçalanması sorunudur yani “Türk Sorunu”dur diyebiliriz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar