Subscribe Us

header ads

Alevilik ve Türkçülük

Türk tarihindeki en önemli sorunlardan biri de Türkler arasındaki dini anlayış farklılıklarından kaynaklanan ayrışmadır. Yıllarca Türkleri ayrıştırmak için başka başka adlar koymak, abecelerini ve kültürlerini değiştirmek suretiyle amaçlarına ulaşmak isteyen kirli eller, yeni yöntem olarak Türkler arasındaki dinsel anlayış farklılıklarını kullanmışlardır.Osmanlı döneminde başlayan Kızılbaş katliamları 199o’lı yıllara kadar devam etmiştir. 18 Nisan 1978 Malatya Katliamı, 24 Aralık 1978 Maraş Katliamı, 29 Mayıs 1980 Çorum Katliamı ve sonunda 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı…
Osmanlı döneminden başlanan Sünnileştirme çabaları günümüzde bile devam etmektedir. Kimi Sünni-yobaz kesimlerin Aleviler’e “Alevilik” öğretme çabaları hiçbir dönemde hız kesmemiştir. Türkiye’de “sağ” olarak tanımlanan, laikliği bir türlü içselleştiremeyen dinci yobaz kesimin yanlış tutum ve davranışları Türk soylu Kızılbaş kandaşlarımızı “sol” olarak tanımlanan Türklük ve Cumhuriyet karşıtı, kolayca yasadışı Kürtçü yapıya eklemlenebilen yıkıcı ve bölücü grupların kucağına atmıştır.
Peki neydi bu “Alevilik”? Yıllarca değiştirilmeye çalışılan bu kültür bize çok mu yabancıydı? Tarihin derinliklerine inilmeden bu sorunun yanıtlanması kuşkusuz çok zordur.
Göktanrıya (Tengricilik) inanan Türkler, Müslüman Araplar’ın Orta Asya’ya ulaşması ile binlerce yıllık inançlarını ilk aşamada değiştirmemiştir.Türkler’le Araplar’ın ilk karşılaşmaları Kafkasya üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürklerle olmuştur… Türkistan’daki Türkler’in İslam dinine geçişi bize anlatılanların dışında çok kanlı savaşların yaşandığı bir sürecin sonunda çok sancılı bir biçimde gerçekleşmiştir. Türkler’in İslam’ı benimseme süreci 300-350 yıllık uzun bir zaman dilimine yayılır. Oğuzlar iki yüzyılda, Kıpçak Türkleri de 14. yüzyılın başlarında İslamlaşmışlardır.
Türkler’in İslam dinine girmesiyle birlikte Türk kültüründe çok fazla değişiklikler olmuştur. Türkler İslamiyet’e girmekle kalmamış, kültürlerini de Araplaştırmışlardır. Bir türlü Araplaş(a)mayanlar da merkezden uzaklaş(tırıl)mışlar, dışlanmışlar, toplu kıyımlara uğramışlardır. Alevilik olarak adlandırılan, İslam çemberinin içerisinde yer alan bu anlayışa kimi araştırıcılar “Türk Müslümanlığı” veya veyahut Türkler’in İslam yorumu da diyebiliriz.
Bize göre; Aleviliğin kökenleri arasında, 1. sırada Türkler’in binlerce yıllık dini olan “Göktanrı (Tengricilik)” dinini saymamız gerekir. Türkler’in küçümsenemeyecek kadar büyük bir bölümü İslam dininin daha esnek ve kendi örf ve geleneklerini yaşatmaları noktasında çatışmayan bu anlayışı benimsemiştir. Bu bağlamda yoğunlukla Türkiye’nin Akdeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde gözlemlenen Aleviler’in yanında Azerbaycan’daki soydaşlarımızın tamamı (hem kuzey, hem güney) büyük çoğunlukla, Türkistan’ın batı bölümünün de büyük bir bölümü Alevidir.
Kamcılık kültürü ile Alevi kültürünü karşılaştıracak olursak onlarca benzerlik olduğunu göreceğiz. Kamcılıktaki inançların bugün Anadolu’daki Aleviler tarafından uygulanan tüm baskılara rağmen yaşatılmakta olduğunu görmekteyiz. Anadolu’daki Alevilerin yaşattığı kültürel unsurlar ile Kamcı Türkler’deki Gök Tanrı inancının birbirine benzediği, hatta Gök Tanrı inanışının İslami bir kimliğe bürünerek devam ettiği türünden bilim çevreleri tarafından ileri sürülen bir sav vardır. Toplumbilimci Prof. Dr. Mehmet Eröz, Türk kültürünün İslamlık ile tanışmasından sonra ortaya çıkan durumu şöyle anlatıyor:
Göçebe Türkler, eski dinlerinde olduğu gibi şimdi de kadın erkek bir arada bulunuyor ve ayinlerini büyük bir vecd ve heyecan içinde, müzik ve raks ( sema ) ile yapıyorlardı. Bu hususu çok iyi bilen Yesevilik, Orta Asya göçebeleri arasında hızla yayılma başarısı gösterdi.”
Türkler’in Emevi aşağılamasına muhalif olarak İslamlaşması sonucu mistik bir yol olan Yesevilik tarikatının ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu tarikat Türk kültürü ile İslam’ın kaynaşması ve birleşmesi sonucu oluşmuştur. Kurucusu Hoca Ahmet Yesevi’dir. Hoca Ahmet Yesevi ise, Yusuf Hemedani’nin öğrencisi, Hacı Bektaş Veli’nin hocası olan Lokman Perende’nin ise, hocası, yol göstericisi, mürşididir. Horasan erenlerinin serçeşmesidir, piridir.
İslamlığın, Türk kültürü ile yoğrulup kaynaşmasını ve milli bir kimliğe bürünmesini, arkasından da zorunlu göç nedeniyle Horasan üzerinden Anadolu’ya gelip Anadolululaşmasını toplumbilimci Mehmet Eröz şöyle anlatıyor:
Alevilik ve Bektaşiliğin ana kaynağı Türk kültürü ve eski Türk dinidir.”
Yine Mehmet Eröz, şöyle devam ediyor:
Anadolu’da karşımıza Alevilik ve Bektaşilik olarak ortaya çıkan oluşumun kaynağı eski Türk dini olan Şamanizdir.”
İslamlaşan, göçebe yaşam biçiminden vazgeç(e)meyen geniş boy ve oymaklardan oluşan Türkler’in hemen hemen tamamına yakını başlangıçta tasavvufi içerikte ve aynı zamanda muhalif bir İslam ekolü olan Yesevilik – Alevilik – Kızılbaşlık çizgisindeydiler. Bunun apaçık kanıtlarından biri de Dede Korkut öyküleridir. Dede Korkut Kitabı’ndaki Alevi anlayışına ilişkin derin izler İslamlaşan ilk Türkler’in Alevi / Batıni çizgide olduğunu göstermektedir. Nitekim Kazan Oğlu Uruz, ağaçla şöyle söyleşir:
Ağaç ağaç der isem sana, üzülme ağaç,
Erlerin şahı Ali’nin düldülünün eyeri ağaç,
Zülfikar’ın kını ile kabzası ağaç,
Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç.
Alevi Türkler’deki semahın kaynağı tanrıbilimsel (teolojik) olarak Kırklar Meclisi’dir. Ancak kültürel olarak ibadet sırasında raks etmenin kökeni Şamanidir. Kamlar / Şamanlar ayin sırasındaki raks edişleri Anadolu’daki Alevi Türklerin döndüğü semahın temel sistematiğiyle benzerlik arzeder. Anadolu’daki Alevi Türklerin cem ayini sırasında mum ve ateş yakmalarının da kaynağı Uzak Asya’daki Gök Tanrı inancına dayanmaktadır. Uzak Asya’da, Tanrı’ya yakınlaşmak ve kötü ruhları kovmak isteyen Gök Tanrı inancına göre yaşayan Türk oymakları ateş yakıp etrafında dönerler. Altaylar’da, Hakasya’da, Tuva’da, Yakutistan’da, Çuvaşistan’da Türk kamları ateş yakarak ve ateşin etrafında semah dönerek / raks ederek ayin yapmaktadırlar. Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan –ı Hikmet’inde, Yesevi tarikatı dervişlerinin okunan şiirler ve çalınan kopuzlar eşliğinde ibadet sırasında raks / sema ettikleri belirtilmektedir. Yine Doğu Türkistan’da “semah” kültürel bir unsur olarak devam etmektedir. Kam ayinlerinde Türk Tanrıları için, koruyucu ruhlar için “arak / rakı ” dan veya “kımız”dan saçı saçılır ki bu da kansız kurban sayılır. Anadolu’daki Alevi Türkler cem sırasında içilen içkiye, içki, rakı, şarap vb. adlar vermeyip doğrudan doğruya “dolu” / tolu veya “dem” adını vererek onu kutsamaktadırlar. Kam ayinlerindeki içkiler de kutsanmakta ve kurban hükmünde değerlendirilmektedir.
Anadolu’daki Alevi Türkler ibadet sırasında ve yaşamın her alanında kadın-erkek birlikteliğini ve eşitliğini temel alır. Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’yle birlikte başlayan Yesevilik tarikatında da egemen İslam anlayışına göre yasak olan kadın-erkek birlikteliği ve eşitliği temeldir. Yesevi dervişleri kadın erkek birlikte sema ederek / raks ederek Tanrı’yı anmak için zikir törenleri yapmışlarıdır. Hatta Yesevilerin bu nedenle dönemin egemen İslam anlayışını savunan çevrelerce dışlandıkları, haklarında bugün Anadolu’daki Alevi Türkler için hala söylenmekte olan iğrenç iftiralara benzer iftiraların üretildiği bilinmektedir. Bir söylenti olarak; adın ve erkeğin aynı anda ve ortamda birlikte bulunmalarına ve Tanrı’ya ibadet etmelerine katlanamayan egemen İslam anlayışına mensup çevrelere yanıt oluşturmak üzere Pir Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin bir tutam pamuğun içine bir ateş parçası / köz koyduğu ve bunu o iftiracılara gönderdiği, pamuğun içindeki ateşin / közün pamuğu yakmadığı ve bunun Pirin kerametiyle vaki olduğu anlatılmaktadır.
Bilindiği gibi şeriatçı çevreler bugün hala kadın ve erkeği ateş ile baruta benzetmekte, birlikte olurlarsa mutlaka ateşin barutu yakacağını söylemektedirler. Bu benzetmeden hareketle kadın ile erkeği sadece ibadet sırasında değil, hemen hemen yaşamın her alanında mümkün olduğunca birbirinden koparmaktadırlar. Ama şuna bir türlü yanıt verememektedirler. Sünni İslam anlayışına göre gerçekleştirilen hac ibadeti sırasında Kabe’nin çevresinde kadın erkek birlikte, aynı safta namaz kılabilmektedirler. Nedense oradaki birliktelikte bir sakınca görmemektedirler.
Eski Türk töresinde ve inancında kadın ve erkeğin daima birlikte olduğunu, aralarında bir ayrım olmadığını hatta kimi zaman kadınların daha ön planda bulunduğunu bilmekteyiz. İşte Anadolu’daki Alevi Türkler atalarından devraldıkları bu Türk töresinin gereğini sürdürmektedirler. Ayin sırasında kadın-erkek birlikte Tanrı’ya yakarmaktadırlar (niyaz). Semaha durup hep bir ağızdan deyişler söylemektedirler.
Alevi Türkler’de insanlar kadın veya erkek oldukları için değil, sadece insan oldukları için, ya da bir başka deyişle “can” oldukları için değerlidirler. Bundan dolayıdır ki, yaşamın her alanında olduğu gibi ayin sırasında da birliktedirler. Yine Anadolu’daki Alevi Türkler kadını kara çarşaflar veya onun özgürlüğünü kısıtlayan kimi örtüler içine hapsetmeyi de reddetmekte, Türk kültürünün gereklerine uygun bir giyim kuşamı yeğlemekte, bu giyim kuşamı günlük yaşamlarında ve ibadet sırasında kullanmaktadırlar. Kentlileşen Alevi Türkler de kent yaşamının gereği olan çağdaş giyim kuşamı benimsemektedirler.
Alevi Türkler, müziği ibadetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedirler. Alevi cemlerinde çalınan bağlama ve saz Türklüğün tarihi ve ulusal çalgısı olan kopuzun devamıdır. Anadolu’daki Alevi Türkler, bağlama / saz / kopuz için ”telli Kur’an” tabirini kullanmakta ve onu kutsamaktadırlar. Uzak Asya’daki Türkler’in de ibadet sırasında müziğe yer verdikleri, kopuz ve davul çaldıkları bilinmektedir. Kamların davul ve kopuzlarının da kutsal addedildiği tarihen sabittir. Dede Korkut Öykülerinde gördüğümüz Türk Bilgesi elinde kopuzuyla deyişler söylemekte ve halka öğütleriyle yol göstermektedir.
Anadolu’daki Alevi Türklerin inanç evreni ile eski Türk inançları arsındaki derin izlere ve güçlü bağlara bir diğer örnek de cenaze / ölü gömme biçimidir. Özellikle Akdeniz Bölgesi’ndeki Toros sıradağları boyunca yaşamlarını sürdüren “Tahtacılar” olarak bilinen Alevi Türkler hala eski Türk inançlarındaki gibi ölülerini kimi eşyalarıyla birlikte gömmektedirler. Ege ve Akdeniz bölgesindeki Tahtacı Türkmen köylerinde cenazeler yatak ve yorganla ve kıyafetleriyle birlikte defnedilmektedir. Bilindiği gibi Gök Tanrı inancına göre yaşayan Türkler de ölüyü yeniden dirileceği anlayışının bir gereği olarak eşyasıyla birlikte gömmekteydiler.
Anadolu’daki Alevi Türkleri, Türkçülük düşüncesi çerçevesinde ele alacak olursak karşımızda Türk kültürünün ve kadim Türk düşüncesinin Uzak Asya’dan gelen bir çok unsurunu yaşatan geniş bir kitleyi görürüz. Anadolu’daki Alevi Türklerin toplumsal ve kültürel yaşamımızdaki bir çok tutum ve davranışı bire bir milli ülkümüzle uyuşmaktadır. Bir kaç örnek verecek olursak;
– Anadolu’daki Alevi Türkler yerleşim yerlerini incelediğiniz zaman, köyleri, kasabaları tamamen Türkmen’dir.
– Anadolu’daki Alevi Türklerin kullandığı dil arı Türkçe’dir. Başka dillerle karışmamış ve saflığını korumuştur. Salt bu örnek bile açıklama için yeterlidir.
– Anadolu’daki Alevi Türkler bin yıllık süreç içerisinde kendi kanlarından olmayan milletlerle genel anlamda akrabalık bağı kurmamışlardır. Evlenmeler (özellikle kırsalda) çok büyük ölçüde aynı kanı taşıyanlar arasında gerçekleşmiştir. Aynı durum Sünni Türkler için Alevi Türkler’e göre çok daha önemsiz bir konudur. Sünni Türkler için damat veya gelinin millyetinden önce dini-mezhebi önemlidir. Alevilikte ise soy merkezci anlayış yaşamsal önem taşımakta, atlanmasına özellikle kırsalda onay verilmemektedir.
– Kültürleri büyük ölçüde saflığını koruyan Türkçedir. Altay Dağlarındaki Türkleri saymazsak, binlerce yıldır kültürünü bozulmadan bugünlere taşıyan ender Türk topluluğudur.
– Konuyu tarihi açıdan ele alacak olursak da; Alevi Türkler’in devlet deneyimi olan Safevi devletinin resmi dili Türkçe’dir. Bütün devlet yazışmalarında, saray toplantılarında konuşulan dil Türkçe’dir. Ordunun komutanları, devletin yöneticileri Türk soyludur. Başbuğ Hatayi, aynı zamanda Türk edebiyatında saygın bir yeri olan ozanlardandır. Türkçe yazıp Türkçe söylemiştir.
– İbadethanelerde kullanılan dil Türkçe’dir. “72.5 millete bir nazarla bakıyoruz bugün de Almanca ibadet edelim” diyen bir Kızılbaş toplumu yoktur.
9. “Alevi” adı son birkaç yüzyılda kullanılan ve Arapça kökenli bir sözcüktür. Oysa Osmanlı kaynaklarına bakıldığı zaman bu topluluk için öz Türkçe bir kelime olan “Kızılbaş” denildiğini görürüz.
Oysa günümüzde Türk soylu Kızılbaşlar Türkiye’de mezhepçi sapkınlıklarla “sol” denilen ve toplumda yaşanılan haksızlıkları istismar eden grup ve grupçukların kucağına itilmek istenmiştir. Kızılbaş Türkler, “sağcı” denilen kesimin yanlış tutum ve davranışlarını fırsat bilen “milliyet” olgusunu topyekün yok sayan bu grup ve grupçukların yaptıkları propagandalarla merkezden her dönem koparılmaya çalışılınmıştır. Onlar safsata ideolojilerini yayabilmek için Kızılbaş Türkler’e “hümanizm” hastalığını “72.5 millet” söylemini ters-yüz ederek aşılamaya zorunlu olduklarını düşünürler. Ama gelinen noktada yaptıklarının bir kazanımı bulunmamaktadır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar